Kayıtlar

Önceliklerimiz Buradaysa Biz Nerelerdeyiz?

Selamun aleyküm. Bugün epeydir kendimde ve toplumda gözlemlediğim, Müslüman'ın öncelik ayrımı yapabilme yetisiyle ilgili yazmak istedim. Bu yetinin neresindeyiz ve de neresinde olmamız gerekir? Bireysel olarak bu sorulara samimiyetle cevap verebildiğimizde farkındalığı başlatmış ve ıslah yolunda adımlara başlamış olacağız inşaAllah. İslam ve dahi İslam'ı benimseyerek kabulün gerektirdiği Müslümanlık bilinci, sadece maneviyata yönelmeyi tasvip etmediği gibi maddiyatın kölesi olmayı da yasaklar. Bugün, bir Müslüman, sahip olduğu sıfatın gerektirdiği teslimiyete dayanarak hayatını farziyet noktalarında şekillendirdiği gibi, zaman ve mekan olanaklarında bu öncelikleri düzenleyebilme yetisine de sahip olmalıdır. Bu yeti, gerek dünya gerek ahiret hayatını yerinde ve salih amellerle güzelleştirebilmekten geçer. Ancak bir amelin 'salih' olması, onun her zaman için yerinde olduğunu ispatlamaz. Hatta bazı anlarda, normal şartlar dahilinde salih amel olarak görülecek bir amelin o

Her Şey Göründüğü Gibi Olmayabilir

Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun. Zamanın bereketsizleşmeye başladığı bu ahir zamanda günlerimizi, saatlerimizi oldukça hızlı ve koşuşturma halinde yaşıyoruz artık. Hep bir telaş, yetişme ve hız halindeyiz; maalesef bu hale istemeden uyum sağlamak zorunda kalıyoruz ya da buna mecbur bırakılıyoruz. Hal böyleyken hayatımızdaki çoğu ayrıntıyı göz ardı edebiliyor; meselelerdeki zahiri yüze fazla kapılıp işin özünü kaçırabiliyoruz. Durup düşünmeye, tefekkür etmeye dahi zaman bulamadığımız anlarda, her halukarda olduğu gibi bu halimize de en iyi şifa Peygamberler hayatından bize yansıyan kıssalar oluyor. Hz.Musa ve Hz.Hızır(a.s)'ın yer aldığı, Kur'anda yer bulan bu kıssa zahire aldanmamamız, acele etmememiz gerektiği, sabırla meselelerin iç yüzünü öğrenebileceğimizi bize anlatıyor. Hz.Musa (a.s) Hz. Hızır(a.s)ı bulunca, onun ilminden faydalanmak için ona yolculuğunda arkadaşlık teklifinde bulunmuştur. Bu teklife karşılık Hz.Hızır(a.s) onun bu yola güç yetiremeyeceği

Çocuk Nimetinin Şükrünü Yerine Getirebilmek

Bir çocuk yaratılıp dünyaya geldiği andan itibaren, daha anne karnındayken dahi hem nimet hem imtihan olarak bizlere bahşedilmiş; imtihanı güzelleştirmek de kazanmak da biz insanların iradesine bırakılmıştır. İmtihanın boyutlarını anlayabilmek için bir çocuğun anne karnından ölümüne değin geçen süreçte anne ve babasının, ailesinin, çevresinin ve diğer etmenlerin ne denli etkili olduğuna bakabiliriz. Bu süreç içerisinde yapılan hatalar sadece çocuklara karşı yapılmış olmayacak, nimet olarak Allah'tan lütfedilmiş emanete riayet edilmemesi gerçekleşmiş olacaktır ki sıfatımız ne olursa olsun, çocuklarla iletişimde bulunduğumuz sürece bu süreçlerin her birinde doğrudan olmasa da kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı olarak mükellef olan yine bizleriz. Bu bakış açısıyla "Yaratan yarattığını bilmez mi?" ayetinin sırrına bakarsak görürüz ki, çocuklar yalnız kulak dolgunluğu içeren kalıp yargılarla değil, Malik'inin kelamı olan ayetlerle, Peygamber sünnetleriyle sükunetle büy

Tesettür 'Gizlenmek' İçindir; Nazarları Çekmek İçin Değil

Tesettür , en genel kelime anlamıyla örtünmek(gizlenmek) demektir. Sadece bu anlam bile tesettürün nasıl olması gerektiğini genel hatlarıyla açıklayabilir. 📖‘’ Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.’’ Nur, 31.ayet. Ayeti kerimede tesettürün nasıl olması gerektiği gayet açıktır. O halde, akla şu sorular gelebilir: Allahu Teala ayeti kerimesinde tesettürü böyle açıkça ifade buyurmuşken günümüzdeki farklı tesettür algıları ya nedendir? Neden birbirinden apaçık farklı 'tesettür' modelleri görmekteyiz? Maalesef ki günümüzde tesettürü kendilerine göre yorumlayan kimseler, tesettürün asıl mahiyeti olan ‘’gizlenme’’ yi göz ardı etmişlerdir, tesettür yalnızca çıplaklığı izafe etme olarak görmüşlerdir. Oysa eğer bizim amacımız nazarları üzerimize çekmemekse, tesettür buna uygun(vücut hatlarını belli e

İslam'ı Tebliğde Temel Esaslarımız

İslam'ı tebliğ, ilk insan ve Peygamber Hz. Adem(As.)'den Hz.Peygamber(S.a.v)e kadar vuku bulmuş ve kıyamete kadar devam edecek olan Hak dine davettir. En hayırlı ümmet olan bizlere miras kalmış hayat gayemizdir. Allah, Kur'anda Müslümanları  "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu(iyiliği) emreder, münkerden(kötülükten) sakındırır ve Allah'a iman edersiniz."( Ali İmran, 110)  buyurarak niteler. Hayırlı ümmetin hayrı da ancak davete icabet etmek ve o daveti yaymakla vuku bulur. Kur'ana göre tebliğ, yaratılış sebebimizdir:  "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." Zariyat, 56 Hayatımızdaki öncelikli amacımız, Allah'ı bilmek, dinini tanımak ve insanları İslam'a davet etmek ve İslam'ı tebliğ etmektir. Tebliğ, peki ama bu nasıl bir tebliğ olmalıdır? Özellikle bugünlerde sosyal medya aracılığıyla sayısı artan, birçoğunun amacının dışına hizmet ettiği ''tebliğ sayfaları'' nı ve

Vakit, Nimetlerin Toprağıdır

Vakit nimetlerin toprağıdır. Bize Allah'ın lütfu olarak verildiğini düşündüğümüz, şükrü gerektiren bütün nimetler önce vakit toprağında yetişir, yerinde ve kararınca kullanılırsa su nasıl toprağı bereketlenirse vakit de aynı öyle hayatımızı bereketlenir. Bu nimet öyle bir nimettir ki tekrarı bulunmaz. Öyle ki, bir kere fuzuliye harcamışsak artık telafisi mümkün değildir. Bütün nimetler gibi israf edilmesi zayiattır. Hatta, giden zamanın yerine yenisini getirmeye cüz'i irademiz yetmeyeceğinden, vakit nimeti ekmekten, sudan, maldan, tüm metalardan daha değerlidir. Eğer, maddi imkanımız buna yeterliyse ekmeği de malı da kaybettiğimiz diğer maddiyatları da rahatlıkla satın alabiliriz. Ama ne kadar istesek de zaman mefhumunu parayla satın alamayız. Zira bu güç bizim elimizde değildir. Günümüzde vaktini, her an tükenmekte olan değerli bir hazine olarak göremeyenler, "ona zamanım yok, buna zamanım yok, ben çalışıyorum daha ne yapabilirim, ilme zaman ayırmaya, kitap okumaya vaktim

Gülmeyin, Oynamayın, Sessiz Olun Çocuklar(!)

Bizi Ramazan ayına kavuşturan, gündüzü sıyamla geceyi kıyamla bereketlendiren Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun. 🙏 Mübarek ay vesilesiyle sokaklar bereketlendi, camiiler cemaatle doldu, çocuk cıvıltılarıyla şenlendi şükürler olsun. Ne yazık ki aynı şükrü camiilerde insanların çocuklara gösterdiği hassasiyet konusunda söylemek güç. Bu güzel ayın gecesinde sünneti müekkede olan teravih namazını ifa eden bizler, maalesef ki aynı hassasiyeti çocuklara karşı yaklaşımlarımızda gösteremiyoruz.  İki gün önceydi, camiide cemaat namaz kılarken bi kenarda koşuşan çocukları bir salavat kadar pay bırakılan iki selam arasında 'susun, durun, sessiz olun, sonra oynayın namaz kılıyoruz' uyarısında bulunan kimseleri işittim. Bu uyarılara hepimiz aşinayız. Üstelik ''camiilerde gülüşen çocuk sesleri yoksa gelecek nesilden korkun" uyarısına kulak asmadan öfkeyle, hışımla hareket ediyoruz. Ama şunu sormak lazım kendimize, bunu neden yapıyoruz?  Allah'a saygısızlık olduğunu m